İçindekiler
Son dönemde gastronomi alanında gerek kendi katıldığım, gerek farklı sektörleri takip ettiğim kadarıyla bir çok etkinlik “Sürdürülebilirlik” ve “Gelecek” temalı. Sizler bu konuda ne düşünürsünüz bilmiyorum ancak geneline yakınındaki izlenimim içerikten çok kelimelerin ışığı ile ilgilendiğimiz yönünde.
Henüz mutfaklarında kompost makinesi dahi olmayan işletmelerin sıfır atık vizyonunu benimsediğini belirtmesi, 100% lokal ürün kullandığını vurgulayan şeflerin menülerinde birçok ithal ürünlerin olması (en basiti Türk Kahvesi ve çikolata gibi ürünlerin bu toprakların ürünü olmadığının farkında olmayan şeflerimiz maalesef var), karbon ayak izi konusunda hiçbir fikri olmamasına rağmen karbon ayak izimiz sıfır vurgusu… gibi gerçekliklere rağmen yalnızca “Sürdürülebilirlik” popüler bir kelime diye kendilerini kullanmak zorunda hisseden işletmeleri, şefleri ve gıda markalarını sık sık görüyorum, ne yazık ki bu alanda çalışan global profesyoneller de görüyor.
Kelimelerin gerçek anlamda içeriği yerine ışığı ile ilgilenme ve bunu pazarlama alışkanlığımız aslında çok da yeni olan bir durum değil, her dönem rastlamak mümkün; Butik, Organik, Gurme vs. hepsinin temelinde popüler bir kelime ile işletmeyi tanıtmak, sözde “Yeni” bir heyecan yaratmak ve farklıymış gibi göstermek arzusu yatıyor.
Peki bu özenle seçilmiş kelimeler nasıl hızla popüler oluyor, iş fikirleri, yatırımlar, girişimciler beliriyor, sonunda tüketici ilgisini kaybediyor ve kelime tümüyle değersizleşiyor?
Arz-talep döngüsünde niş konumlanma arzusunda iseniz, alanınızın fark yaratanı olmak ve sürdürülebilir olmak için kitlenizin taleplerine yüksek kalitede, çok hızlı ve net cevap vermeniz beklenir. Ve bunu bir sistem haline getirir iseniz o alanda markalaşırsınız ve zamanla niş olan işiniz kitlesini aşar ve mass (kitlesel) alana örnek teşkil etmeye başlar. Zamanla “Taş yerinde ağırdır” cümlesi artık taşın her yerde ağır olabileceğini iddaa eden kişiler tarafından da uygulanır ve bu vizyon kısa bir süre sonra hem niş hem de kitlesel alanın sonunu hazırlar.
Tabii ki her ülke için bu süreç geçerli değil. Yatırımların stratejik olarak planlandığı ve ruhsatlandırıldığı, keyfinize göre yatırımda bulunamayacağınız ülkeler arz yaratanların davranışlarını belirleyebildiği gibi toplumsal tüketim davranışlarına da yön veriyor. Örneğin İtalya Capri adasında 120 yıldır hizmet veren “Aurora Mia” işletmesine bakarak, bu işletmenin benzerini yapıp aynı geliri üreteceğini iddaa eden birini zor bulursunuz ve tabii ki aslı varken muadiline gitmeyi tercih eden tüketiciyi de.
Kısaca toparlamak gerekirse, basit gibi görünen içeriği sorgulanmadan ve felsefesi anlaşılmadan kopyalanan bir fikir zamanla çevreyi de etkiler ve bir kültüre dönüşür ve toplumsal davranış modeli haline gelir. Ve bir sistem gibi görünen bu sistemsizlik sonrasında içinde bulunan sektöründe yıllar içerisinde geriye gitmesini sağlar.
Gelecek ve davranış bilimi konusunda ilgiliyseniz, fikirlerini değerli bulduğum Fütürist Alvin Tofler tarafından 1970 yılında kaleme alınmış “Future Shock” ( Şok :Gelecek Korkusu olarak Türkçe’ ye çevrilmiştir) isimli kitabı edinmenizi öneririm. Alvin Tofler kitabında özetle, değişim ’in kaçınılmazlığı, ancak değişim arzusuyla geçici heveslerin kalıcılığı nasıl yok edeceği ve gelecek yıllarda değişimdeki bu hızın 1920’lerde ortaya çıkmış “Kullan-at” kültürünün bazı toplumlarda nasıl kaygı verici boyutlara ulaşacağından bahseder.
Tüketimin artırılması, insanların refah içinde yaşaması, üreticilerin daha zengin olmasına, hükümetlerin de daha fazla vergi toplamasına yarayacak bir kazan-kazan model olarak yabancı ülkelere pazarlanan “Kullan-at ”sistemi, maalesef üçüncü dünya ülkelerinin ekonomilerinin bugün hala çıkmaz da olmasının temel sebeplerindendir.
Yazının üzerinden 40 yıl geçmiş olsa da bugün görüyoruz ki, popüler görüneni almak, ona hızlıca adapte olmak ve aynı hızda da ondan vazgeçmek yeni popüleri aramak toplumumuzun özel ve iş hayatındaki hâkim davranışlarından biri. Hıza uyum sağlıyoruz ve değişimi yakalıyoruz klişesi ile temelini, hikayesini ve felsefesini hiç anlamadığımız terimleri, ürünleri veya hizmetleri hayatımıza alıyoruz ve onlara değer yükleyip tüketim alışkanlıklarımızı buna göre şekillendiriyoruz.
Bu tüketici davranışı yalnızca ürün ve hizmetlerde değil varlıklarda da ciddi değer kayıplarına ve yok oluş hikayelerine sebep oluyor. Avm’leri çok hızlı benimsememiz ve bir süre sonra farklı bir bakış açısına geçmemiz ile bugün 400+ Avm’nin neredeyse büyük çoğunluğunun atıl durumda kalması gibi, bir anda balkonu dahi olmayan dikey mimari projelerine talep gösterip kısa bir süre sonra az katlı veya müstakil alanlara yönelmek gibi, hiçbir fizibilite yapmadan değerinin çok üstünde kiralanan cadde mağazalarını çok kısa sürede terk ederek lokasyona da zarar vermek gibi, onlarca örnek Kullan-At kültürünün varlıklara etkisi üzerine örnek gösterilebilir.
Bazı okurlar bu tüketim eylemini bir Kullan-at modeli olarak değil dönemsel beklentiler olarak görebilir. “Bu dönem bunu isteyebilirim, bir sonraki dönem başka bir şey burada bir sorun görmüyorum.” diyenler de tabii ki olacaktır. Ancak o zaman da şunu sormak isterim; sizce neden markalaşamıyoruz, köklü şirketlerimiz, restoranlarımız, otellerimiz, bir elin parmağını geçmiyor tedarikçiler ne üreteceğini şaşırmış durumda ve hiçbir sektörde istikrarlı büyüme, stratejik planlama yok ve gelecek vizyonumuz tanımlı değil?
Ez cümle, pazarlamanın dâhileri Amerikalıların söylediği gibi yalnızca tüketmek tüm sistemin iyi çalışması değil bizler gibi gelişmekte olan ülkelerde aksine sistemin çöküşü anlamına geliyor. Bu yüzden çiftçinin dahi emeğinin karşılığını alamadığı, tedarikçilerin ve sanayicinin giderlere yetişemediği, insan refah düzeyinin yeteri kadar sağlanmadığı, tüketimin her geçen gün arttığı ancak üretimin gittikçe azaldığı bir ortamda daha fazla popüler kelimelere takılmak ve bu kelimeler üzerinden işletmelerimizi pazarlamak yerine, sorunların temel kaynağına odaklanan ve çözüm üreten markaların sürdürülebilirliği gerçek anlamda sağlayıp , geleceği şekillendirebileceğini düşünüyorum.
Aksi halde âtıl işletmeler, atıl tarlalar, atıl fabrikalar, atıl gökdelenler, atıl oteller, atıl havaalanları, atıl okullar gibi atıl durumdaki varlıkların sayısı da her geçen gün artacak gibi görünüyor.